KulturKlubumuz
Home ] Sevdigim Linkler ] [ KulturKlubumuz ] Sinema ] Siir ] Resimler ] CV'im ] Pink Floyd ] HR ]

One Life ,  Live It !

Home ]


 

 

 

kulturklubu.jpg (5869 bytes) Dış dünyanın "geyik muhabbetinden bıkıp kendi kültür kulüplerini yarattılar
Ev panelistleri (Aktüel Dergisi 20 Temmuz 2000)
Üç aile, iki buçuk yıldır yoklama aksatmadan Can Yücel'den Pink Floyd'a, Proust'tan "Veronica Ölmek İstiyor"a kadar ilgilerini cezbeden konularda sıkı ödevler hazırlıyorlar. Her ay düzenledikleri lezzetli toplantıya "Kültür Kulübü" adını vermişler ama biz "ev paneli" demeyi tercih ettik.
Proust'u nasıl bilirsiniz? Ben onu "Yitik Zamanın Peşinde"yi okumaya çalıştığım uzun yaz ikindilerinden biliyorum... Yaz güneşinin ve hayatın bütün hengâmesi; onun yarattığı kahramanların ağırbaşlı eğlencesi yanında sıkıcı gelirdi bana. Kendimi ait hissettiğim bir kurgu dünyanın rengi karşısında yazın cıvıltısı sönük kalırdı. Sokağa çağıran arkadaşlarımın seslerini ve görüntülerini de ilk saniyelerde algılayamazdım; karşımda duran yeni bir Proust kahramanıydı belki.Şimdi, Proust'un hayatını nasıl bir ıstırap yumağı olarak tükettiğini biliyorum. Annesine çok düşkün olduğunu -bir Yengeç burcu erkeği olarak-, yatağında üç paltoyu üst üste giyerek oturduğunu ve yüksekten, farelerden, yolculuk etmekten, beli gevşek iççamaşırlarından, gürültüden nasıl korktuğunu da. İflah olmaz bir hipokondriak olduğunu, sürekli bir iç sıkıntısı haliyle yaşadığını, en az bir kez eşcinsel ilişkiye girdiğini de biliyorum... İlk başta bir magazin programına malzeme tadı taşıyan bu bilgiler belki de "sanatçının insan olarak portresi"ni çizmek için elzem. Nereden mi derlenmiş? Bir "ev paneli"nden. Duymadınız mı hiç? Buyrun öyleyse.
Olay günümüzde geçiyor. Can Yücel'in hayatından Pink Floyd ruhuna, Avustralya Aborijinleri'nin telepatik yeteneklerinden Paulo Coelho'nun "Veronica Ölmek İstiyor"una ya da tiyatro oyunu Yosma'ya kadar geniş, bir o kadar da öznel bir yelpazeden seçiliyor konular. Adı geçen kişi ve olayların gerçek kişi ve olaylarla ilgisi var elbette. Peki neyin peşindeler acaba? "Gerçeğin" tabii ki...
Kümeli, Ataç ve Devrim aileleri birbirlerini uzun yıllardır tanıyor. Yaş ortalamaları 35, farklı formasyonlardan ve mesleklerden geliyorlar. Ama sağlam bir ortak noktaları var; eşler, yani beyler aynı lisede okumuş üç silahşor! Daha sonra hanımların da kaynaşması sonucu grubun nüfusu altıya çıkıyor. Yaptıkları işe "Kültür Kulübü" adını koymuşlar ama bu mütevazı bir tanım sayılır. Çünkü gerçek bir emek ve mesai yatıyor yaptıkları çalışmanın ardında. Ayda bir kez toplanıyor ve üç aileye dağıtılmış üç konu hakkında bitirme tezi ciddiyetinde "paper"lar hazırlıyorlar. Bu, bir tür ev paneli; her ailenin çalışıp, hazırlanıp sunum yapması gereken bir konusu oluyor. Neden böyle bir şeye ihtiyaç duyduklarını Yalçın Kümeli açıklıyor: "Çünkü bir film, bir kitap üzerine herkesin yaptığı 'geyik' sohbetlerinden farklı bir şey yapmak istedik."

Hipokondriak ama "sanatçı"
İstanbul'da, Kadıköy - Suadiye civarında oturan grubun büyük bir ciddiyet ve görev bilinciyle sürdürdüğü kulüp çalışmaları iki buçuk yıldır sürüyor. Ölüm kalım meselesi türünden bir sorun olmadığı sürece toplantıları aksatmıyorlar. Oturumlarının düzenini, kurallarını anlatan tüzükleri bile var. Her oturum için bir başkan seçiliyor ve başkan çoğunlukla toplanılan evin reisi oluyor. Toplantıların idaresi oturum başkanında; elindeki çekiçle söz verme, sözü bölme ya da karar değiştirme hakkına sahip. Son toplantının oturum başkanı Yalçın Kümeli elektrik - elektronik mühendisi ve şu anda personel müdürü olarak çalışıyor. Eşi Taylan Kümeli bir diyet uzmanı. Koray Ataç ise inşaat mühendisi, eşi Aytül Ataç da avukat. Her cenahtan bir temsilci var bu grupta; Devrim ailesinden Tunç Bey de yine bir personel müdürü, Şehbal Hanım da veteriner. Grubun oturumlarındaki polemik çeşitliliği de bu farklı formasyonlara ve mesleklere dayanıyor.
Peki Proust hayatımızı nasıl değiştirebilir? Kültür kulübünün son toplantısındaki tartışmalarda bu sorunun yanıtı arandı. Alain de Botton'un "Proust Yaşamınızı Nasıl Değiştirebilir" adlı kitabının açtığı yoldan ilerleyen tartışmada, Proust biyograficilerine ve edebiyat eleştirmenlerine iyi malzeme olacak pekçok yeni soru da ortaya atıldı. Proust'un yedi ciltlik "Yitik Zamanın Peşinde" romanını 190 sayfalık bir kitapta başarıyla özetleyen Alain de Botton, münzevi ve hastalıklı bir hayat sürmüş gibi görünen Proust'un nasıl bir yaşam kılavuzu olabileceğini gösteriyor.
"Peki hayatının son 20 yılını yatakta geçiren, sadece hastalıklarıyla boğuşmuş bir adam nasıl sanatçı olur? Aşk, kıskançlık, hayat gibi meselelerde normal insanların duygularına nasıl empati yapabilir?" İşte size 10 puanlık uzman sorusu. Bu sorunun müsebbibi Koray Ataç. Yanıtı ise ortak bir çalışmanın ürünü; grup elemanlarının uzun boylu tartışmalarının sonucunda şu karara varılıyor: "Belki de Proust tam da bu yüzden gerçek bir sanatçı." Koral Bey ısrarlı, "Proust'un bütün arkadaşları onun ne kadar sevecen bir insan olduğundan bahsediyor. Oysa sanatçının kendisi arkadaşlığın da aslında koşulların ürünü olduğundan dem vurarak 'İnsan bir kanapeyle de arkadaş olabilir' diyor, bu nasıl mümkün olabilir?" Yanıt yine konsensüs ürünü. "Çünkü Proust gerçek bir insan!"

Ceptel yerine telepati!
Oturumun ikinci konusu Şehbal ve Tunç Devrim'in hazırladığı "telepati" mevzuu. Bu sunumun arkasında sıkı bir sahaf+İnternet+uzman görüşü çalışması yatıyor. Tunç Bey tıpkı öğrencilik günlerindeki gibi sahafları tavaf etmiş, Şehbal Hanım bir üniversiteden uzman görüşü almış. Konunun seçilmesinde bir önceki oturumun kitap konusu "Bir Çift Yürek" etkili olmuş. Bu kitapta yer alan, Avustralya Aborijinleri'nin birbirleriyle ve hayvanlarla telepati yoluyla iletişim kurmaları ve Batılı gözün bu fenomen karşısında yaşadığı şaşkınlık, telepatinin temmuz ayı oturumuna alınmasına neden olmuş. Önce tekil, kişisel öykülerle telepatinin varlığı somutlanıyor. Herkes kendi "tam ben arayacaktım, o aradı" öyküsünü anlatıyor. Sonra bu "mucizeler"in ardında başka bir nedenin yatabileceğini söylüyor bir rasyonel ses. Koray Bey diyor ki, "Aşağı yukarı benzer saatlerde araştığımız için olmasın?" "Bir Çift Yürek" kitabında hayvanlarla da telepati yapılabileceği iddiası yeniden irdelenirken, yine pozitivist bir yaklaşımla Koray Ataç, "İnsanlar arası telepati mümkün olabilir ama insan - hayvan arasında nasıl mümkün olabilir, bana mantıklı gelmiyor" diyor. Oysa Şehbal Tunç'un tam da bu tezi, yani hayvanlarla da telepatinin mümkün olduğunu ispatlayan bir anektodu var. Şehbal Hanım bir veteriner ve anektoda konu olan gün, bir köpeğe kuduz aşısı yapması gerekiyor. Ama fino biraz sabıkalı. Çünkü daha önce gelen bütün meslektaşları birkaç saniyede kaçırmış. Şehbal Hanım kararlı, içinden "ben sana bu iğneyi yapacağım, kararlıyım" diyerek hayvana yaklaşıyor ve operasyon inancın gücüyle başarıyla tamamlanıyor. Bunu, hayvana ulaşan telepatik mesaj olarak açıklamayı tercih ediyor. Oturumun sonunda Aytül ve Taylan hanımların naklen telepati deneyi de olayı görselleştirmek açısından zevkli ve bilgilendirici. Bir katılımcının aklında tuttuğu şehir isimlerini diğerlerinin bilmesi şeklinde gerçekleşen telepati denemesinin başarılı sonucu karşısında birden hepimiz aynı ümide kapılıyoruz; belki de bu yolla ceptel masraflarını kısabiliriz! İşin şakası bir yana, ilk kez bu kadar eğlenceli ve zevkli bir "panel" izliyorum. Bir şovmenin gösterisinde bile ilk 20 dakikada azalan konsantrasyon bu panelde ivmesini arttırıyor. Teşhisi koymak zor değil: Yaptıkları işe inanıyorlar! Buradaki anahtar kelime "inanç" galiba.

Gelelim yemeğe!
Bertold Brecht "insanı en çok mutlu eden şey öğrenmektir" demiş. Bu üç ailenin kuşkusuz geçirdiği en önemli deneyim, öğrenmenin ama gerçekten öğrenmenin zevkini her ay yeniden yaşamak. Hem de hevesli bir üniversite öğrencisi heyecanıyla. Ama iş bununla da bitmiyor. Olayın bir de mutfak yanı var. Akdenizli entelektüeller olarak damak tadını da esirgemiyorlar bu yüksek düzeyde gerçekleşen toplantılardan. Her ay bir başka mutfağı tanıtıyor, yemeklerini hazırlıyor ve yoğun öğrenme, paylaşma seanslarını nefis yemeklerle taçlandırıyorlar. Gürcü mutfağı, Ortadoğu mutfağı ya da bir sonraki toplantının mutfağı olan Çerkez mutfağı... Ben Gürcü mutfağına rastgeldim. Doğrusu yemekler de en az Proust sunumu ya da telepati deneyleri kadar etkileyiciydi. Tabii mutfak seçimi ile konu seçimi arasında bir paralellik istemek; Proust tartışılırken Fransız mutfağını talep etmek de biraz şımarıklık olurdu doğrusu.
Oturumun sonucu: Tartışmalar bilgilendirici, yemekler lezzetli, performansçılar hayatın "hâlâ" eğlenceli bir gizem taşıdığına inanıyorlar. Unutmadan, bu panel izleyiciye açık değil; konuk seçimi konusunda imtiyazlarını ve seçme haklarını kullanıyorlar. Son sözü söyleme hakkı da Proust'un tabii: "Tatmin olmayışımızın nedeni kendi hayatımızın baştan beri kusurlu olması değil, kendi hayatımıza gerektiği gibi bakmamamızdan kaynaklanır." Birlikte şapka çıkaralım; ev panelcilerine ve hipokondriak ustaya!

HANDAN AKDEMİR