[ Home ]
| |
Dış dünyanın "geyik muhabbetinden
bıkıp kendi kültür kulüplerini yarattılar
Ev panelistleri (Aktüel
Dergisi 20 Temmuz 2000)
Üç aile, iki buçuk yıldır
yoklama aksatmadan Can Yücel'den Pink Floyd'a, Proust'tan "Veronica Ölmek
İstiyor"a kadar ilgilerini cezbeden konularda sıkı ödevler hazırlıyorlar. Her
ay düzenledikleri lezzetli toplantıya "Kültür Kulübü" adını vermişler
ama biz "ev paneli" demeyi tercih ettik.
Proust'u nasıl bilirsiniz? Ben onu
"Yitik Zamanın Peşinde"yi okumaya çalıştığım uzun yaz ikindilerinden
biliyorum... Yaz güneşinin ve hayatın bütün hengâmesi; onun yarattığı
kahramanların ağırbaşlı eğlencesi yanında sıkıcı gelirdi bana. Kendimi ait
hissettiğim bir kurgu dünyanın rengi karşısında yazın cıvıltısı sönük
kalırdı. Sokağa çağıran arkadaşlarımın seslerini ve görüntülerini de ilk
saniyelerde algılayamazdım; karşımda duran yeni bir Proust kahramanıydı
belki.Şimdi, Proust'un hayatını nasıl bir ıstırap yumağı olarak tükettiğini
biliyorum. Annesine çok düşkün olduğunu -bir Yengeç burcu erkeği olarak-,
yatağında üç paltoyu üst üste giyerek oturduğunu ve yüksekten, farelerden,
yolculuk etmekten, beli gevşek iççamaşırlarından, gürültüden nasıl korktuğunu
da. İflah olmaz bir hipokondriak olduğunu, sürekli bir iç sıkıntısı haliyle
yaşadığını, en az bir kez eşcinsel ilişkiye girdiğini de biliyorum... İlk başta
bir magazin programına malzeme tadı taşıyan bu bilgiler belki de "sanatçının
insan olarak portresi"ni çizmek için elzem. Nereden mi derlenmiş? Bir "ev
paneli"nden. Duymadınız mı hiç? Buyrun öyleyse.
Olay günümüzde geçiyor. Can
Yücel'in hayatından Pink Floyd ruhuna, Avustralya Aborijinleri'nin telepatik
yeteneklerinden Paulo Coelho'nun "Veronica Ölmek İstiyor"una ya da tiyatro
oyunu Yosma'ya kadar geniş, bir o kadar da öznel bir yelpazeden seçiliyor konular. Adı
geçen kişi ve olayların gerçek kişi ve olaylarla ilgisi var elbette. Peki neyin
peşindeler acaba? "Gerçeğin" tabii ki...
Kümeli, Ataç ve Devrim aileleri
birbirlerini uzun yıllardır tanıyor. Yaş ortalamaları 35, farklı formasyonlardan ve
mesleklerden geliyorlar. Ama sağlam bir ortak noktaları var; eşler, yani beyler aynı
lisede okumuş üç silahşor! Daha sonra hanımların da kaynaşması sonucu grubun
nüfusu altıya çıkıyor. Yaptıkları işe "Kültür Kulübü" adını
koymuşlar ama bu mütevazı bir tanım sayılır. Çünkü gerçek bir emek ve mesai
yatıyor yaptıkları çalışmanın ardında. Ayda bir kez toplanıyor ve üç aileye
dağıtılmış üç konu hakkında bitirme tezi ciddiyetinde "paper"lar
hazırlıyorlar. Bu, bir tür ev paneli; her ailenin çalışıp, hazırlanıp sunum
yapması gereken bir konusu oluyor. Neden böyle bir şeye ihtiyaç duyduklarını
Yalçın Kümeli açıklıyor: "Çünkü bir film, bir kitap üzerine herkesin
yaptığı 'geyik' sohbetlerinden farklı bir şey yapmak istedik."
Hipokondriak ama
"sanatçı"
İstanbul'da, Kadıköy - Suadiye
civarında oturan grubun büyük bir ciddiyet ve görev bilinciyle sürdürdüğü kulüp
çalışmaları iki buçuk yıldır sürüyor. Ölüm kalım meselesi türünden bir sorun
olmadığı sürece toplantıları aksatmıyorlar. Oturumlarının düzenini,
kurallarını anlatan tüzükleri bile var. Her oturum için bir başkan seçiliyor ve
başkan çoğunlukla toplanılan evin reisi oluyor. Toplantıların idaresi oturum
başkanında; elindeki çekiçle söz verme, sözü bölme ya da karar değiştirme
hakkına sahip. Son toplantının oturum başkanı Yalçın Kümeli elektrik - elektronik
mühendisi ve şu anda personel müdürü olarak çalışıyor. Eşi Taylan Kümeli bir
diyet uzmanı. Koray Ataç ise inşaat mühendisi, eşi Aytül Ataç da avukat. Her
cenahtan bir temsilci var bu grupta; Devrim ailesinden Tunç Bey de yine bir personel
müdürü, Şehbal Hanım da veteriner. Grubun oturumlarındaki polemik çeşitliliği de
bu farklı formasyonlara ve mesleklere dayanıyor.
Peki Proust hayatımızı nasıl
değiştirebilir? Kültür kulübünün son toplantısındaki tartışmalarda bu sorunun
yanıtı arandı. Alain de Botton'un "Proust Yaşamınızı Nasıl
Değiştirebilir" adlı kitabının açtığı yoldan ilerleyen tartışmada, Proust
biyograficilerine ve edebiyat eleştirmenlerine iyi malzeme olacak pekçok yeni soru da
ortaya atıldı. Proust'un yedi ciltlik "Yitik Zamanın Peşinde" romanını 190
sayfalık bir kitapta başarıyla özetleyen Alain de Botton, münzevi ve hastalıklı bir
hayat sürmüş gibi görünen Proust'un nasıl bir yaşam kılavuzu olabileceğini
gösteriyor.
"Peki hayatının son 20 yılını
yatakta geçiren, sadece hastalıklarıyla boğuşmuş bir adam nasıl sanatçı olur?
Aşk, kıskançlık, hayat gibi meselelerde normal insanların duygularına nasıl empati
yapabilir?" İşte size 10 puanlık uzman sorusu. Bu sorunun müsebbibi Koray Ataç.
Yanıtı ise ortak bir çalışmanın ürünü; grup elemanlarının uzun boylu
tartışmalarının sonucunda şu karara varılıyor: "Belki de Proust tam da bu
yüzden gerçek bir sanatçı." Koral Bey ısrarlı, "Proust'un bütün
arkadaşları onun ne kadar sevecen bir insan olduğundan bahsediyor. Oysa sanatçının
kendisi arkadaşlığın da aslında koşulların ürünü olduğundan dem vurarak 'İnsan
bir kanapeyle de arkadaş olabilir' diyor, bu nasıl mümkün olabilir?" Yanıt yine
konsensüs ürünü. "Çünkü Proust gerçek bir insan!"
Ceptel yerine telepati!
Oturumun ikinci konusu Şehbal ve Tunç
Devrim'in hazırladığı "telepati" mevzuu. Bu sunumun arkasında sıkı bir
sahaf+İnternet+uzman görüşü çalışması yatıyor. Tunç Bey tıpkı öğrencilik
günlerindeki gibi sahafları tavaf etmiş, Şehbal Hanım bir üniversiteden uzman
görüşü almış. Konunun seçilmesinde bir önceki oturumun kitap konusu "Bir
Çift Yürek" etkili olmuş. Bu kitapta yer alan, Avustralya Aborijinleri'nin
birbirleriyle ve hayvanlarla telepati yoluyla iletişim kurmaları ve Batılı gözün bu
fenomen karşısında yaşadığı şaşkınlık, telepatinin temmuz ayı oturumuna
alınmasına neden olmuş. Önce tekil, kişisel öykülerle telepatinin varlığı
somutlanıyor. Herkes kendi "tam ben arayacaktım, o aradı" öyküsünü
anlatıyor. Sonra bu "mucizeler"in ardında başka bir nedenin yatabileceğini
söylüyor bir rasyonel ses. Koray Bey diyor ki, "Aşağı yukarı benzer saatlerde
araştığımız için olmasın?" "Bir Çift Yürek" kitabında hayvanlarla
da telepati yapılabileceği iddiası yeniden irdelenirken, yine pozitivist bir
yaklaşımla Koray Ataç, "İnsanlar arası telepati mümkün olabilir ama insan -
hayvan arasında nasıl mümkün olabilir, bana mantıklı gelmiyor" diyor. Oysa
Şehbal Tunç'un tam da bu tezi, yani hayvanlarla da telepatinin mümkün olduğunu
ispatlayan bir anektodu var. Şehbal Hanım bir veteriner ve anektoda konu olan gün, bir
köpeğe kuduz aşısı yapması gerekiyor. Ama fino biraz sabıkalı. Çünkü daha önce
gelen bütün meslektaşları birkaç saniyede kaçırmış. Şehbal Hanım kararlı,
içinden "ben sana bu iğneyi yapacağım, kararlıyım" diyerek hayvana
yaklaşıyor ve operasyon inancın gücüyle başarıyla tamamlanıyor. Bunu, hayvana
ulaşan telepatik mesaj olarak açıklamayı tercih ediyor. Oturumun sonunda Aytül ve
Taylan hanımların naklen telepati deneyi de olayı görselleştirmek açısından zevkli
ve bilgilendirici. Bir katılımcının aklında tuttuğu şehir isimlerini diğerlerinin
bilmesi şeklinde gerçekleşen telepati denemesinin başarılı sonucu karşısında
birden hepimiz aynı ümide kapılıyoruz; belki de bu yolla ceptel masraflarını
kısabiliriz! İşin şakası bir yana, ilk kez bu kadar eğlenceli ve zevkli bir
"panel" izliyorum. Bir şovmenin gösterisinde bile ilk 20 dakikada azalan
konsantrasyon bu panelde ivmesini arttırıyor. Teşhisi koymak zor değil: Yaptıkları
işe inanıyorlar! Buradaki anahtar kelime "inanç" galiba.
Gelelim yemeğe!
Bertold Brecht "insanı en çok
mutlu eden şey öğrenmektir" demiş. Bu üç ailenin kuşkusuz geçirdiği en
önemli deneyim, öğrenmenin ama gerçekten öğrenmenin zevkini her ay yeniden yaşamak.
Hem de hevesli bir üniversite öğrencisi heyecanıyla. Ama iş bununla da bitmiyor.
Olayın bir de mutfak yanı var. Akdenizli entelektüeller olarak damak tadını da
esirgemiyorlar bu yüksek düzeyde gerçekleşen toplantılardan. Her ay bir başka
mutfağı tanıtıyor, yemeklerini hazırlıyor ve yoğun öğrenme, paylaşma
seanslarını nefis yemeklerle taçlandırıyorlar. Gürcü mutfağı, Ortadoğu mutfağı
ya da bir sonraki toplantının mutfağı olan Çerkez mutfağı... Ben Gürcü
mutfağına rastgeldim. Doğrusu yemekler de en az Proust sunumu ya da telepati deneyleri
kadar etkileyiciydi. Tabii mutfak seçimi ile konu seçimi arasında bir paralellik
istemek; Proust tartışılırken Fransız mutfağını talep etmek de biraz
şımarıklık olurdu doğrusu.
Oturumun sonucu: Tartışmalar
bilgilendirici, yemekler lezzetli, performansçılar hayatın "hâlâ"
eğlenceli bir gizem taşıdığına inanıyorlar. Unutmadan, bu panel izleyiciye açık
değil; konuk seçimi konusunda imtiyazlarını ve seçme haklarını kullanıyorlar. Son
sözü söyleme hakkı da Proust'un tabii: "Tatmin olmayışımızın nedeni kendi
hayatımızın baştan beri kusurlu olması değil, kendi hayatımıza gerektiği gibi
bakmamamızdan kaynaklanır." Birlikte şapka çıkaralım; ev panelcilerine ve
hipokondriak ustaya!
HANDAN AKDEMİR
|